Radyocu ve akademisyen Özden Cankaya ile giderek daralan ifade alanlarını genişetmenin yolu olarak 'radyoculuğun karşı geleneğini' konuşuyoruz.
İlksen Mavituna: Unesco Dünya Radyo Günü'ne ilişkin ilettiği notun arka planında bu sene 13 Şubat 2025 Dünya Radyo Günü'nü Radyo ve İklim Değişikliği konusuna hasretmiş vaziyette. Hakikaten şöyle deniyor:
“İşimize gelmeyen gerçekleri haberleştirmek lazım. Son zamanlarda radyo istasyonlarının mali kaynaklarının kısıtlı oluşu, personel sayısının azaltılmasına ve doğrulanmış bilgiye erişim maliyetlerinin bir hayli yükselmesine yol açsa da, çeşitlendirilmiş ve güvenilir kaynaklardan yararlanmak iklim değişikliği konusunda haber yapmak için elzemdir.”
Böyle bir rehber cümlesi de var yayımlanan UNESCO metninin*, işte bunun için, yayın kuruluşları iklimle ilgili konuların ele alınmasında belirleyici bir rol oynadıkları için, bilgi kaynaklarının kalitesi ve çeşitliliğine öncelik vermeleri gerektiğini de aynı rehberlik edici notlarına kaydetmiş durumda. Bu çok önemli aslında. Kamu yayıncılığının önemli bir payandasından bahsedilmekte. Olgulara dayalı yayıncılık ve kapsayıcı olmak perspektifiyle olgulara dayalı bir yayıncılık.
Özden Cankaya: Diğer kitle iletişim araçlarına göre radyoda programı yapmak, topluma sesle ulaşmak maliyet açısından çok daha uygun ve pratik olması açısından da amaca kolay ulaşabilecek bir yöntem. Radyoyu böyle bir mecra olarak görüyorum. Tabii ki, benim radyoculuk yaptığım 1970’ler ve 1980'li yılların başına dek; biz çok daha farklı bir teknolojiyle hizmet etmeye çalışıyorduk. Toplumun çeşitli kesimlerinin sesini aktarmaya çalışıyorduk o zamanlar.
Belki sorunlar farklıydı ama radyonun toplumun sesini ve sorununu aktarma işlevi hiçbir zaman değişmedi. O zaman farklı sorunlar aktarılıyordu. Bugün, önde gelen çok global bir sorun olarak, dünyadaki iklim değişikliğinin de bilgi açısından yayılmasını sağlayacak, bu konuda insanların düşünmesini, harekete geçmesini sağlayacak olan asıl kamusal araç olarak görüyorum radyoyu çünkü insanlar radyo dolayımıyla çok kolay ilgilenebiliyorlar. İklim değişikliğine bireysel olarak da nasıl olumlu bir katkıda bulunabileceklerini radyo yoluyla, sürekli olarak yayın yaparak öğretebiliriz, bu konuda ancak böyle kamuoyu oluşturabiliriz. Daha az araç kullanmalarını, dünyayı ısıtacak sera gazlarının artmasına, sera etkisinin artmasına neden olacak yollardan nasıl kaçınılabileceğini, dünyayı yeşillendirmenin iklim açısından nasıl yararı olacağını, radyo yoluyla sürekli olarak yayınlamak bence bireysel katkılara neden olabiliyor. Dünyanın iklim değişikliği konusunda alması gereken önlemler tabii ki tartışılmaz derecede önemli. Bireylerin bu konuda bilinçlenmesi ve harekete geçmesi, sorunların aktarılması, bilgilerin edinilmesi açısından radyo hâlâ etkisini bütün gücüyle devam ettiriyor. Bu açıdan da radyoyu, radyo yayıncılığını saygı ve sevgiyle selamlıyorum Dünya Radyo Günü'nde.
İ. M: Radyo yayınlarının genel medya manzarasına baktığınızda siz Türkiye'de medyanın tarihine de çok hakim birisi olarak, içinde bulunduğumuz dönemde hazır iklim değişikliği konuşuyorken, aciliyetlerden konuşuyorken, topluluk angajmanından, vatandaşlık angajmanından konuşuyorken buna karşılık gelebilecek bir bağımsız radyoculuk resmini aklımıza getirdiğimizde, bugünkü manzara bu resme ne kadar benziyor sizce?,
Ö. C: Bu konuya olumlu bir yanıt verebilmeyi ne kadar isterdim ama ülkemizde ifade özgürlüğü açısından radyocular da yazılı basın mensupları da; bütün medya maalesef çok sıkıntılar içinde. İfade özgürlüğünün gerçekleşemediği bir toplumda radyo yayıncıları da istedikleri gibi kamu hizmeti maalesef yapamıyorlar ve bunun giderek ağırlığı ülkemizde artıyor. Çok üzücü bir durum. Kamu hizmeti yayıncılığı yapan bir kurumun ne kadar siyasal amaçlarla kadrolaştığına da tanık oluyoruz. Gerçekleri aktarmak isteyen yayıncıların özgürlüklerinden mahrum bırakıldığını, maddi ve manevi çok çeşitli baskılara maruz kaldıklarını, seslerinin kısıldığını biliyoruz.
En önemli örnek şu anda Apaçık Radyo'da. Açık Radyo'nun karasal frekansının iptal edilmiş olması bu konuda en büyük örnek olarak karşımızda duruyor. Biz 70'li yıllarda da bu baskıları yaşıyorduk, darbeler döneminde; 12 Mart'ta, 12 Eylül'de bunları çok ağır biçimde yaşadık. Bugünle karşılaştırdığımız zaman bugünkü durumun daha vahim olduğunu ve gerçekleri aktarmada daha önemli engeller olduğunu, gerçekten yayıncıların çok güç koşullar altında çalıştığını söylemek gerekiyor.
Türkiye'de gerçekten yayıncılar, gerçekleri aktarmak isteyen gazeteciler, toplumun çıkarı için yayın yapmayı ön planda tutanlar, kamu yararını ön planda tutanlar bugün istenmeyen yayıncılar olarak karşımızda duruyorlar ve bu çok acıklı bir durum. İçinde yaşadığımız artık 21. yüzyıla hiç yakışmayan bir durum. Ülkemizin bu durumdan en kısa zamanda kurtulmasını diliyorum.
Bunun için de bireylerin özgürlüklerine sahip çıkmaları lazım. Onların da yayıncıların gerçekleri aktarırken sahip olmak durumunda oldukları basın özgürlüğü, onların da habere ulaşma, bilgiye ulaşma, özgürlüklerin kısıtlanması anlamına geliyor. Bu çift taraflı bir baskı. Çift taraflı bir mahrumiyet. Yayıncı istediği gibi kamu yararına yayın yapamazken, özgürlükleri kısıtlanırken toplumun çeşitli kesimleri hem seslerini duyuramamaktan hem de yayıncıların kendilerine iletmek durumunda oldukları bilgiye, habere gerçek anlamda ulaşamamaktan yoksunlar. Bu iki taraflı yoksunluk maalesef radyo yayıncılarının da günümüzde en büyük sorunu olarak karşımızda duruyor. Bunun için sivil toplum örgütlerine de çok görev düşüyor. Sivil toplum örgütleri ve bireyler özgürlüklerine sahip çıkma yolunda gerekli adımları atmadıkça özgürlüklerimiz kısıtlanmaya devam edecektir diye düşünüyorum.
İ. M: Giderek daha da kötü olduğunu söylediniz ki %100 katılırız böyle olduğuna ama öte yandan bir devamlılık da var. Mesleki mânâda bir dirayet olduğunu, bir dirayet geleneğinin olduğunu da söylemek yanlış olmaz galiba. Hocam neler söylemek istersiniz bu konuda? Bize ilham verecek derecede bir karşı gelenek de kendini gösteriyor. Yeter ki biz, mikrofonların başında ya da kameraların başında bu hikayeleri anlatma gücünü bulalım kendimizde.
Ö. C: Evet çok haklısınız biz gerçekten bu gerçekleri devam ettirmek için direnen radyoculara destek olmak, direnen radyocular olmak zorundayız çünkü biz radyoyu çok seviyoruz gerçekten. Toplum hayatında radyonun önemli bir kitle iletişim aracı olduğuna inanıyoruz. Bu geleneği sürdüren tüm yayıncıları, hepsini saygıyla anıyoruz ve destekliyoruz. Radyo, bu geleneği sürdürenlerle bu engelleri aşacaktır. Başka türlü bir aşma imkanı yoktur.
Bize tanınmış olan kültürel hakları, sosyal hakları, basın özgürlüğü haklarını kullanmayı hiç bıkmadan, usanmadan ve yorulmadan bu konuda gereken çabayı göstererek amacımıza ulaşacağız. Radyo hiçbir zaman susmayacak. Teknoloji de bize çok katkıda bulunuyor. Hangi yoldan olursa olsun sesimiz milyonlara, milyarlara ulaşıyor. İyi ki sesimiz var. İyi ki radyolarımız var, iyi ki direnen radyocular var. Hepsine Dünya Radyo Günü'nde saygılar, selamlar ve güç diliyorum.
*Bu metnin Türkçesine Apaçık Radyo'da yer vermiş, Fırat Tufan'la radyoculuk ve Ümit Şahin ile iklim krizi perspektiflerinden üzerine konuşmuştuk.